her şey yolunda

her şey yolunda

26 Ocak 2007 Cuma

uzun gün

bugün kaderimde babama gidip işlerinde yardimci olmak var, kendisinin sağ ayağı ağrıyor, o yüzden bir sağ kol ve daha çok bir sağ ayak olarak bana ihtiyaci var. O yüzden erken uyaniyorum, hizli bir kahvalti, gazete ve duştan sonra kendimi sokağa vuruyorum, yavaş yavaş işyerine doğru yollaniyorum. Teşvikiye Camii'nde İsmail Cem'in cenazesi olduğunu farkediyorum, kendisini içimden takdir edip kitleleri heyecanlandirmadan taksim dolmuşlarini buluyorum ve çok iş yapmak üzere kendimi babamin emirlerine birakiyorum.

detaya girmeden geçersek, toplumun bir üretici üyesi olarak geçirdiğim bu mesai saatleri
- %65 bos bos oturmak (freecell)
- %21 araba kullanmak
- %3 notlarımı kontrol etmek'ten ibaret oluyor. Kayıp zamanın nereye gittiği ise 3000 yilinda araştirma yapan antropologlar tarafindan bile bulunamiyor, ne kullandiklari höjekalari bir işe yarıyor, ne de Marcel Proust'a ulaşma çabaları. Saat beş gibi sadece arabanin aynasini vurmuş olarak taksime ve özgürlüğe ulaşiyorum, sevdiğim kadına kavuşmak üzere karşıya geçmeye başliyorum, çünkü şımarmam lazım.

dolmuşta yanımda iki tane ingiliz sömürgesi kadın var, bütün yol boyunca cak cak konuşuyorlar, adamda kafa bırakmıyorlar. O 40 - 50 dakika süresinde neden ingiltere'de eşcinselliğin bu kadar yüksek olduğunu ve neden rekor sayıda futbol seyircisi olduğunu anlıyorum. Mantarların orada indikleri zaman arka koltuk bana cennet gibi geliyor, üstümü çikarip yayılıyorum, ön sıradaki kızın korku dolu bakışlarıyla kendime gelip yayılmayı bırakıyorum (yalan).

sevgilimle kavuşma faslından sonra bu gecenin sinema ile başlayacağına karar veriyoruz, man of the year 'a gitmeye karar veriyoruz, eğlenceli bir film, robin williams zaten komik bir insan, yillardir açikliği kavuşmamiş olan gay duruşu bu filmde de bir belirginlik kazanmıyor, birdcage'den sonra hangi filminde kazanabilir onu bilemiyoruz. Bu güzel filmi burger king'de kalori/zaman orani yüksek bir yemekle sürdürüp abuk subuk kokteyller içmek üzere sangria'ya gidiyoruz.

gecenin sürprizi bundan sonra geliyor, kaçırdığım bir doğumgününü telafi etmek üzere yaptığım bir telefon konuşmasından (kendisinden artik donatello diye bahsedeceğim) bir arkadaşımın babasının migde ağrısından dolayı hastanede olduğunu ögreniyorum, kizarkadasimla geceyi kısa keserek onu evine birakip çeşitli evhamlar yaparak dolmuşa atliyorum ve donatello'larin evine gidiyorum.

orada beni donatello, kizarkadasi, annesi ve liseden arkadasimiz homer simpson karsiliyor (çizgifilm karakterlerini alias olarak kullansam da, bu sahneyi düşünmeden yapamadim :). Endişemizi Star Trek tabancalarıyla ciuv ciuv yaparak dağıtmaya çalıştığımız bir saatten sonra onlar yatiyorlar, bense evime dönüyorum.

Kapıyı açıp girdiğimde ise kedimin bana anlattığı hikaye beni serseme çeviriyor, kulaklarıma inanamiyorum.

Hiç yorum yok: