her şey yolunda

her şey yolunda

5 Temmuz 2008 Cumartesi

call of the wild: "şinanay şinanay"

Günümün teması Lola'nın mezuniyeti. Maalesef günümün geri kalanı günümün temasına saygı göstermediği için sabah kalkıp Uluslararası İş Makinaları'na gidip çalışmak zorunda kalıyorum. Aslında onlara akşam baloya gitmem gerektiğini ve bugün çalışmamın mantıksız olduğunu, evde kalıp elbise seçmem, o kıyafete uygun bir ayakkabı bulmam ve günümün geri kalanını 47 derecede kuaförde geçirmem gerektiğini söylüyorum, onlar da bana kibarca erkek ve köle olduğumu hatırlatıyorlar, kuzu kuzu çalışıyorum. $$$$$.

Saat beş otuzda işten çıkıyorum, hop eve koşuyorum, zira Lola ve arkadaş grubu hazılanıyorlar. Metro beni sallamıyor, kendi hızında gidiyor semi-rahvan semi-rahvan. Aslında metro çok kişilikli bir taşıma aracı, kitlesini hiç sallamıyor, işine bakıyor. Geç mi kalmışsın, acelen mi var; kafasına takmıyor standart rahvanlığında ilerliyor; son anda koşarak perona girenleri görmezden geliyor, kapıyor kapısını basıp gidiyor. Aynı şekilde senin amacının neresi olduğunu da sallamıyor, bildiği bi yerde bırakıyor. Metro aslında türk insanına pek uygun değil, fakat elbet onun da bana bir gün işi düşer.

Bunları düşünerek gidiyorum metroda, aslında ben duruyorum, o gitmeyi yapıyor. Sonra gitme sırası bana geliyor, koşa koşa eve gidiyorum, zira hazırlanmam, yaklaşık bir senedir giymediğim takım elbisenin parçalarını sağdan soldan toparlamam lazım.

Eve geliyorum, toparlanmıyorum, wow oynuyorum. Aslında bu WoW oynamak benim toplanmamın bir parçası, zira evini özleyen bir insanım, evden çıkabilmem kolay değil, hazırlanmakla direk alakası olmayan ama benim hazırlanmaya başlamam için yapmam gereken bir takım şeyler var, bunlar da haliyle süreyi uzatıyorlar. Wow aslında benim hazırlanmaya hazırlanmam.

Takım elbiseyi son giydiğimde (Sponge'un annesinin düğünü) düğmesini kapatamamış, kemeri de son çare olarak kullanmıştım. Arada verdiğim on kilonun etkisini burada bir kez daha görüyorum, pantalon kapanmak bir yana, arada dört parmaklık bir genişlik kalıyor, kemer bir kez daha imdadıma yetişiyor.

Siyah takım elbise, beyaz gömlek, ince rocker kravatı ve palet pabuçlarımla (takriben 47 numara) aynaya bakıyorum: Bond, James Bond. Lola'yı arıyorum, çok geç kalmış olduğumu konfirme ediyorum, hop hop çıkıp bir taksiye atlıyorum.

Taksici amca anne tarafından Bayburt'lu, baba tarafından Ardahan'lı, ama 37 senedir Istanbul'da yaşıyor, 19 yıldır taksici. Kendi plakasını 10 sene önce 80 milyara almış, şimdi plakanın değeri 870 milyara çıkmış. Günde 300 - 400 ytl kazanıyor, halinden memnun. Memlekette üç katlı ev yaptırmış, sigorta şeysi bitsin oraya gidecek. Bu yeni taksiciler mesleği çok bozuyorlar, inan müşteri de taksi şoförüne güvenemez oluyor, zaten İstanbul da bitti artık. Sen burda iniver, ben Yıldız'dan döneyim.

Okuldan içeri dalıyorum, kapıda masamı ve kimliğimi belirtiyorum, şüphe çekmeden giriyorum içeriye. Lola'mı kokteylde buluyorum, bir kez daha kızların giyinme okazyonlarındaki coşkusuna şaşırıyorum, normalde zor tanıdığım insanları hiç tanımıyorum. Onların hepsi beni tanıyorlar, hayat ne güzel.

Gecede güzel şeyler oluyor.

Hiç yorum yok: