her şey yolunda

her şey yolunda

28 Şubat 2007 Çarşamba

resimlerle istanbul turu

sabahin köründe uyaniyorum, saat dokuzda gruplu derse yetişmem lazim, yoksa gruptaki arkadaşlarima ayip olacak, çabuk kahvalti ediyorum gazete falan derken hop saat dokuzu beş geçe okulda buluyorum kendimi, hemen sinifima koşuyorum.

sinifta bizim gruptan tek salak ben varim. Bunun yanisira, hocamiz tembelliğini bir kez daha konuşturmuş ve dersin iki saatlik kismini grup şefleriyle konuşmaya ayirmiş. Dokuz on arasi uyumakla ve basit bir akış diyagramı çizmekle geçiyor vaktim. Ondan sonra insanlar yavaşça damlamaya başliyorlar ve laga luga ile saat 12yi buluyoruz.

çiktiktan sonra kantine gidiyorum, Lola geliyor, Eminönü'nden başlayarak Karaköy, Şişli, Levent, Maslak fotoğraflar çekeceğiz, kendisi de bunlara haberde kullanacak. Otobüsle kabataşa işinlanıyoruz, oradan tramvayi kullanip çat diye eminönü'nün göbeğine çıkıyoruz. Çeşitli bankaların ve iş merkezlerinin resimlerini çektikten sonra Mısır Çarşısı'nı geziyoruz, "turkish viagra 5 times a night" tabelalarina gülüyoruz.

bir sonraki durağimiz Karaköy, köprüden geçişimiz Lola'nin "aa balık tutuyolar! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık! balık!" demeyisle neşeleniyor. Karaköyde bankalar caddesine çıkıp resimler çekmeye devam ediyoruz, sonrasinda da tünele binip taksime çıkıyoruz, koffehaus'da birer çay içiyoruz. Sonra Lola'nin röportaj yapacağı küçük kurabiye dükkanı'nın olması gereken yokuştan iniyoruz, fakat farkediyoruz ki Ulus'a taşınmış. Dükkanın yanında duran çocuğa soruyoruz "burası neydi?" diye, bize olmasi gerektiği gibi "kurabiye dükkani, çok güzeldi" diyor. Çocuğun ileride "buraya on yildir kimse girmedi" diyen insanlardan olacağına emin bir şekilde ayriliyoruz ordan.

Mecidiyeköy'de iniyoruz, hem Lola birtakim resimler çekiyor, hem de ben babam için artik bir quest for holy grail'e dönüşen dönüştürücüyü arıyorum, tabii ki bulamıyorum, blogumun adini "dönüştürücüyü beklerken" yapmaya karar veriyorum. Oradan Gayrettepe'ye yürüyüp birtakim resimler daha çekiyoruz, üşüyor ve yoruluyoruz, metro ile kendimizi taksim starbucks'in tanidik koltuklarina atiyoruz.

Sonra ben Lola'yi yolluyorum dolmuşuna bindirip, eve dönüyorum, dinleniyorum tv izliyorum biraz, bilgisayarla uğraşiyorum, Ruth ve Gaer ile instance yapıyoruz eğleniyoruz, sonra da saati geçirmeden yatıyorum.

Hiç yorum yok: