on gibi uyaniyorum, uyanmak için iyi bir saat, ne çok geç ne de çok erken. mutfağa gidip anneme günaydin diyorum, böylece o kahvaltiyi hazirlama işlemlerine başliyor, ben de o sirada yüzümü yikayip maillerime bakiyorum. Sandöviçim prodüksiyondan çıkar çıkmaz cappy karışıkla birleştirip gazeteye ekliyorum ve bir sabah daha ritüelim eksiksiz gerçekleşiyor. Aynı olayi kaç farklı şekilde anlatabilirim bunu da merak ediyorum.
sınavlarım yaklaştığı için kafamdan bir hesap yapıyorum, kızarkadaşımı salıya kadar görmeyeceğim, o yüzden bugun karşıda buluşmamiza karar veriyoruz. Kendisi çalışkan bir kiz olduğu ve sabah babasıyla işe gittiği için yemekten sonra buluşacağız, ben de o yüzden pilav, patates ve tavuk aliyorum, öğle yemeğimi Friends eşliğinde yiyorum. Sonra da hazirlaniyorum, bir dolmuşa binip köprünün üzerinden hoplaya ziplaya karşıya geçiyorum.
Caddebostan'da iniyorum, sevgilime kavuşuyorum, tereddüt etmeden Havelka'ya giriyoruz; genciz güzeliz piyasayiz, niye girmeyelim? İçkilerimizi ismarliyoruz, ben birama kavuşuyorum, Lola da french press ihlamur konseptiyle tanıştırıyor bizi. Biraz muhabbet ettikten sonra tavla oynuyoruz, fakat sigara dumanindan rahatsiz olup dişari cikmaya karar veriyoruz.
Dışarıda bizi buz gibi hava karşılıyor, nereye gitsek tereddütü pek yaşanmadan kendimizi Starbucks'a atiyoruz yine, orada bizi bomboş deri kanape karşılıyor, yayılıyoruz güzel güzel, garson çaylarımızı getiriyor. Darjeeling seviyoruz, hatta özledik bile diyebiliriz. Starbucks'ta fazla oturmuyoruz, çünkü 6:30 denizotobüsünü yakalamak istiyorum, zira köprüye doğru korkunc bir trafik var.
Lola'yi biraktiktan sonra minibüs yoluna cikiyorum, kendimi beni bostanci deniz otobüsü iskelesine yakın bir yerde indirmesini umarak minibüs şoförüne emanet ediyorum, fakat kendisine güvenim pek fazla değil, tanidik yerlere geldikçe kıllanmaya başlıyorum ve "burasi iskeleye yakin mi?" soruma gelen "haa iskele, ya şu gerideki sokaktan dönücen abi" cevabiyla koşarken küfretme seansini açıyorum. İskeleye vardiğimda küfretme seansinin beklenenden daha canlı geçeceği ortaya çikiyor, zira @$*{&! lodos yüzünden denizotobüsleri iptal, mecburen dolmuşa biniyorum ve penguenime tutunup kendimi milyonlarca arabanın içine atıyorum.
bu seferki şoför köprüye giden sekiz ayrı yol biliyor ve hepsini deniyor. Bir saat boyunca karşıda dolanıp bir türlü köprüye yaklaşmıyoruz, "kardeşim ahtapot değil ya bu bi tane girişi var işte yürüsene" diyorum elimdeki penguen'e, neyse ki şoför duymuyor. Sonunda kendi yakama ve evime varıyorum, yorgunum.
akşamın en büyük olayı bilgisayarıma wow kurmam ve bir test run yapmam. Oynamadığım birbuçuk ay beni noob seviyesine getirmiş, yeni mekanlara şaşkınlık içerisinde bakıyorum, ilk yarım saat ata binmek aklıma gelmediği için pek biryer görmüyorum zaten, ama sonra kolayca alışıyorum, artık bana sadece kendi oyunumun gelmesini beklemek kaliyor, haydi sendit!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder