sabah on buçuk gibi kalkiyorum, aslinda ben o saatte falan kalkmam ama bu aralar bir düzen tutturmaya çalişiyorum. Düzenli yaşam falan, anlarsınız ya. Gazetemi okuyorum, her sabah vazgeçemeyeceğim bir alişkanlik varsa o da gazete okumaktir. Ayarlarim, zaman yaratirim ama o lanet gazeteyi okumadan evden çikmam.
bugün çok kıyak bir durum var, sinav dörtte, erken çikmama gerek yok. Okula gidip de kimse kafami şişirmesin abuk subuk konuşup dikkatimi dağitmasin diye evde takılıyorum. ibneler aslında iyi çocuklar ama çekilmez olabiliyorlar. ben çabuk sinirlenmem ama bazen adamın asabını bozabiliyorlar. ondan evde takılıyorum.
evde dururken bir bakıyorum lanet olası saat üç buçuğu geçmiş, hemen giyiniyorum, giyinmesine çabuk giyinirim her zaman ama o lensleri takmak bazen on saatimi alabiliyor, rezalet bişey. göze batiyorlar çikariyorum sonra yukari kaldiriyorum onlari, tekrar takıyorum ama sinirlenmiş oluyorum, göz yaşarinca burnun da akar ya uyuz oluyorum ona, ama bu sefer sorunsuz takıyorum lensleri, koşarak çikiyorum evden.
yokuştan iniyorum, bir taksi çeviriyorum sonra. taksici iriyarı, şu kocaman göbeği direksiyonun önündeki bütün alanı doldurdugu için koltuğu arkaya çekmek zorunda kalan tiplerden. niyeyse bu adamların taksileri de hep ufak yere yakın modeller olur, berbat birşey. Galatasaray Üniversitesi diyince hemen bana oranın özel olup olmadığını soruyor, sonra da kaç para verdiğimi. Tanrım, sinir olurum böyle soranlara, ama bu sefer matrak geçmeyi tercih ediyorum, iyi bir yalancıyımdır karşımdaki anlamaz salladığım zaman. Burslu olduğumu, okulun zengin piçi dolu olduğunu, onikibin doları çekinmeden verdiklerini söylüyorum, sonra da biz burslularla dalga geçtiklerini. adam da hemen gazı alıyor, ülkenin düzenine saymaya başlıyor. Taksiciler her zaman düzene saymaya hazırlardır zaten. Sıkılıyorum adamı işletmekten, Sezer'in başbakan, Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olması gerektiğini düşündüğümü söylüyorum, bana manyakmışım gibi bakiyor, konusmuyor daha.
okula iniyorum, panoya bakıp sınavın nerede olduğunu öğreniyorum. hiç aklımda tutmam böyle şeyleri. unutkan değilimdir ama önemsemem de, panodan bakarım işte ne gerek var. çıkıyorum sınıfa, gördüğüm yere oturuyorum, öyle kopya için de uğraşamam, bildiğim kadarını yazıp çıkarım bu sınavdan, kopya çektiğim de nadirdir ara sira çok denk gelirse o kadar. sevmem kopyayi, başkası çekti mi uyuz olurum ibnelere, kimse çekmese benim aklıma bile gelmez çekmek.
sınav kolay zaten, okulda bi tane düzgün dersimiz var, felaket bişey, onu da girdim dinledim, diğer derslerde acaip bayıyorum çoğuna girmiyorum bile çoğu zaman. Kantine gidiyorum, sevgilim geliyor. hastasıyım bu kizin, nefis bi yavru. hem güzel hem akilli, üstelik de bütün manyakliklarimi hoş görüyor. takılıyoruz bir süre kantinde, sonra dağilma saati geliyor, o yoluna gidiyor ben evime ders calismaya, Homer da benimle geliyor.
dolmuşa binip nişantaşina geliyoruz, Casita'ya giriyoruz. böyle pahali yemek yerlerini hiç anlamamişimdir. alt tarafi köfte, o da köşede sarayda ayni fiyata, kenarlarina lanet olasi nanelerden döşeyince fiyati nasi 20 kağit artiyor, kimse bana anlatamaz. yine de bunlardan bahsedip manyak muamelesi görmemek için Homer'in suyuna gidiyorum. iyi heriftir Homer, salatadan başka şey yemez, o yüzden bizi böyle yerlere getirir. neyse, tıkınıyoruz hızlıca, yemekte gelecekten işlerden falan bahsediyoruz, Homer'la böyle şeylerden bahsederiz.
eve geliyoruz sonra, ders calişiyoruz, gereksiz manasiz aptal slaytlar yollamiş tembel hocamiz. sınıfta para düşürse eğilip yere almaya üşenecek bir tip. geçen dönem herkesi geçirdi diye bu dönem de geçirir diyoruz, çalişip bitiriyoruz lanet şifrelemeleri. dizi izliyoruz sonra da, sızıyor yine Homer. ben de ugraşmiyorum daha, vuruyorum kafayı uykuya dalıyorum.
2 Nisan 2007 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
Cok begendim cok guzel bir yorumlama olmus, The Catcher in the Rye'da favorilerimdendir zaten, tebrikler.
Yorum Gönder