sabah kalkmiyorum, kahvalti falan da etmiyorum. daalin yok burda okuycak bişey
saat dörde doğru evden cikiyorum, liseden arkadasim olan Penguen ve sevgilisiyle buluşmak üzere Goethe Institut'un terasindaki Litera'ya gidiyorum, benden biraz sonra da Homer geliyor, hep beraber neşe ve sevgi içerisinde muhabbet ediyoruz. Bütün öğleden sonrayi birbirimize iltifat ederek ve bu güzel sözlerden utanarak geçiriyoruz, Litera'nin garsonlari üzerimize örtüler örtüp ışıkları kapatınca da ordan kalkıyoruz, tünel'deki starbucks'a gidiyoruz.
tünel'deki starbucks'i seviyorum, sigara içilen kisminda camlar yok, arkadaki evin bahçesine bakiyor, çoğu zaman da güzel bir serinlikte oluyor, sigara içmeyen bir insan olarak orada oturup dünyanin daha az zehirlenmesine sebep oluyorum. Starbucks'in en sevilen yani da dört bardak kahve ile beş saat oturmak olduğu için orada uzun süre takiliyoruz, sonra Homer'in da sevgilisi geliyor, bir anda tek başima iki çiftle mücadele etmek zorunda kaliyorum, duvardaki tablolari ve dişaridaki ağaçlari iyice öğrendiğim zaman kalkmak zamaninin geldiğini anliyorum.
orada Penguen çifti bizden ayriliyor, Homer çiftiyle birlikte Babylon'a gidip biletlerimizi aliyoruz, sonra da Koffehaus'a giriyoruz, tam kapidan girerken Lola'm ariyor, ben de nihayet çift olabilme imkanini ufukta görüp odakule'ye onu almaya koşuyorum, kendisi yeni pantalonu ve çizmeleriyle çok hoş görünüyor, tam sevgilimi kötü kötü keserken arkasından anne babası çikiyor, hemen başka bi yere bakiyorum.
çok acıkmış bi şekilde Koffehaus'a dönüyoruz, yemekler gelene kadar yengenin patateslerinden yürütüyoruz. Yemek yedikten ve saati ona yaklaştirdiktan sonra babylon'un kapisinda manasiz bir şekilde sobalara sığınmak için hesabı istiyip kalkiyoruz, orada biz ateşe uçar bütün pervaneler, ışığa giderken ne şahaneler tadında elektrik sobasına yapışırken grubumuzun kalanı geliyor, bir anda on kişi oluveriyoruz. Bir süre daha bekledikten sonra kapilar açiliyor, paltolarimizi birakip bomboş babylon'a daliyoruz, orada bizi seviyorlar, çakmak hediye ediyorlar.
alkoller beklediğim kadar kazik değil açikçasi, bira yedi milyon, votka 12 milyon. Alışık olduğumuz Lambo fiyatlari olmasa da, daha kazık şeyler içmiş olduğumuz da bir gerçek. Üst kata kuruluyoruz, biraz oturuyoruz biraz dansedip çildiriyoruz, eğlenceli geçiyor akşam.
çalan şarkıların çoğunu tanımıyorum. Ailemin beni çocukluk travmalarından korumak için 82'de dondurup 95'e kadar buzda sakladığına inanmaya başliyorum, zira ne şarkıları, ne klipleri taniyorum, hatta bambaşka bir bağlamda ilkokul arkadaşlarımı bile hatırlamıyorum. Neyse ki çocukluğuma tanık olmuş olan Donatello var, o benden daha iyi hatırlıyor benim ergenlik öncesi çağımı. 90'lar Grunge geceleri olsa da depresyon hırkamı kapıp ortalığı dağıtsam diye hayıflanıyorum.
zaman geçiyor, biraz bira içmeye, çılgınlar gibi dansetmeye (olduğum yerde sallanıp kafamı yukarıdaki boruya vurmaya ve arkamdaki kadına dirsek atarak bölgemi korumaya) devam ediyorum. Her şarkı başında otuz saniye boş boş bakarak "bilmiyorum lan ben bunu (da)" hareketi yapsam da, Lola saati sorduğunda çok geç olmamasını dileyerek bakıyorum, yani eğleniyorum, haliyle de saat geç oluyor, yarim gibi kalkıyoruz oradan, babasının bir saattir taksimde beklemekte olduğunu öğreniyoruz, topuklar üzerinde takır takır geçiyoruz istiklal'i. Lola'yi babasina ulaştırıyorum, o da beni harbiye'de travestilerin arasina birakmiyor, sağ salim evime ulaştiriyor, kulaklarim çinliyarak eve geliyorum, WoW'da şamanıma bi level atlatıp yatıyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder