her şey yolunda

her şey yolunda

30 Ağustos 2007 Perşembe

lincooooln lincoooolnnnn

sabah uyanıyorum, aslında daha önce gece 1-3-5 ve 7'de düzenli olarak uyanıyorum, insanın midesinin bozuk olması uykuya yaramıyor. Zar zor ona kadar uyuduktan sonra gazetemi okuyorum, bilgisayarın başına geçiyorum; fakat annemin benim için isittiği güzel ekmeklerden ancak bir tanesini yiyebiliyorum: hastayım.

günümün büyük kısmı bilgisayar ve televizyon başında geçiyor, biraz wow oynuyorum, Return of the Jedi ve Monsters izliyorum, ateşim var, yorgunum, fakat akşama maç var ve bileğimizi kessen sarı kırmızı akar. Saat 5'te konulan derecenin 37.5 çıkması üzerine annem evde otur diyor, fakat bileğimizi kessen sarı kırmızı akar. Kendisine bunu söylediğimdeyse çıldırıyor ve uzun süren bir somurtma dönemine giriyor, babamın orasını burasını gıdıklayan iletişim çabaları bile işe yaramıyor.

annem dışarıya bir tur attığında Lola'yı arıyıp akıl danışıyorum, çünkü gidip gitmeme konusunda kararsızım. İyi hissediyorum kendimi, Return of the Jedi ve Monsters çok faydalı oldu, ayrıca da kiloyla yuttuğum ilaçlar işe yaramış olabilir. Fakat öte yandan da zayıfıe olmadan çok kaytardım son zamanlarda. Ama ne yaparsın ki bileğimizi kessen sarı kırmızı akar.

Annemin çok surat asmasını da dikkate alarak evde kalmaya karar veriyorum, bu seçimin yarı sarhoş arkadaş grubum arasında yıkıcı bir etki yaratıyor. Benim de moralim çok bozuluyor çünkü bileğimizi kessen sarı kırmızı akar. Surat asma sırası bana gelince de annem dayanamıyor, git istiyosan diyor, hemen bir derece koyuyorum sarı kırmızı damarların üzerine, 36.7'yi çakıp formamı geçiriyorum, uçarak gidiyorum Sami Yen'e.

Sami Yen'e uçarak gitmek çok gereksizmiş, 45 dakika dışarıda kuyrukta bekliyoruz, sonra da 15 dakika kapıya sıkışıyoruz. Askerlik şubesi tecrübelerim çok işe yarıyor bu noktada, Norveçli'nin üstün kaynama yetenekleriyle de sıyrılıyoruz aradan, içerde bizi beklemekte olan Donatello ve arkadaşlarına ulaşıyoruz.

Yarım saat sonra maç başlıyor, şansımıza attığımız iki gol de uzak kalede oluyor, yediğimiz penaltıyı da çok net görüyoruz. Bol bol bağırıyoruz Lincooooln diye, üçlü çekiyoruz, meksika yapıyoruz, kalplerde yıldız gönüllerde ay ve dağ başını duman almış diyoruz, doksan dakika tribünden pres yapıyoruz. Aslında gereksiz zira Slaven Koprivnica ziyan bir takım, 4-5 defans oyuncusuyla 2-1 yenilmeye yatıyorlar resmen.

Maç bitiyor, stad dağılırken herkes yoğun bir şekilde Fenerbahçe'ye sevgilerini yolluyor. Babasının omzunda "yaprağımı yeee fener" diye şarkı söyleyen iki yaşındaki çocuğu Donatello'nun veliahti ve gelecekteki çocuğu olarak fişliyoruz hemen. Sonra da zar zor bir taksiye atlıyoruz, evime kavuşuyorum, annemi iyi olduğuma dair bilgilendirip 2-3 ilaç atıp uyuyorum.

Hiç yorum yok: