her şey yolunda

her şey yolunda

26 Mayıs 2009 Salı

kireçburnu ve aliyev heykelinin burnu

Gece dörtte kalkıyorum, uyanmadan laptop'ımı açıyorum, çünkü Uluslararası İş Makinalarının bana kilitlemiş olduğu kazık iş senfonisi devam ediyor. Laptop açılıyor, bir süre boş boş bakışıyoruz, sonra başka insanları arıyorum, onları uyandırıp bana kilitlenen işi bir salgın hastalık haline getirip insanların üzerine salıyorum, hiç uyanmadan tekrar yatıyorum...

Sabah hala uykuluyum, kapımda gazetem, buzdolabında peynir, ekmek ve limonatam duruyor; kahvaltı için gerekli şartlar hazır ve beni bekliyor. Peyniri kızartıp ekmeğe limonata sürüyorum, sonra da gazeteyi yiyorum. UİM'den bana başka telefonlar geliyor, yine işe koşuluyorum, yarım saat daha kölelik yaptıktan sonra giyiniyor ve köleliğe devam etmek üzere işe gidiyorum.

Yemekte günün balığı var, yemekhane bomboş. Çarpılmaktan çok korkarak salatamı alıyorum, zira işyerimde bütün metalik aksamdaki elektronlar hiperaktifler, organik madde gelse de topluca bi atlasak diye varlar. Yemek sırasında Salı balığının genellikle diğer günlerin balığından daha az popüler olduğunu farkediyorum, mesela insanlar Perşembe balığını daha çok seviyolar. Halbuki ben Salı Balığı'ndan da tat alıyorum, "bu bebek yenmez mi" diyip girişiyorum, masadaki insanlar ben bunu söylerken tavana bakıyorlar. Helvamı da yiyorum, kendisi zeytinyağlı mantarla aynı kaloriye sahip. Galakside birşeyler çok yanlış gidiyor.

Yemekten sonra Danny ve Sponge'la Gloria Jeans'e gidiyoruz, Sponge Uluslararası çalışmaya yeni başladı, alışma sürecinde acılar içerisinde, onu elimizden geldiğince rahatlatmaya çalışıyoruz, bu süreçte de dışarıyı kesme işini sık sık aksatıyoruz, Kanyon'daki kadınlar ağlayarak Gloria'nın önüne dizilip dikkatimizi çekmeye çalışıyorlar, ama biz çok meşguluz.

Öğleden sonra biraz daha çalışıyorum, vaktimin büyük kısmı insanlara birşey anlatmakla ve üzerimdeki işleri aktarmaya çalışmakla geçiyor; bu sürecin ne kadar uzun sürdüğüne bakarsak dört ciğerli Suat Kaya gibi çalışıyormuşum.

Sonra çıkıyorum şirketten, evime dönüyorum, ortalık toplamaya girişiyorum, Homer 10 dakikaya geleceğini belirtiyor, koşarak gazeteleri atıp tabakları bulaşık makinasına tıkıyorum, apartman boşluğuna bakan pencereyi açıyorum, "dağ gibi bulaşık beş dakikada bütüveğdiiii" diyorum, pencereyi kapatıyorum.

Homer'la Friends izliyip dil peyniri, lavaşkiri ve ekmek yiyoruz; yüzüncü kez izliyoruz, yüzüncü kez kopuyoruz, seviyoruz Friends'i. Sonra Vala geliyor, sevmiyor Friends'i, bayıyor, ben de o sırada hazırlanıp çiçeklerimi suluyorum, çiçekler için metafizik kalmasına rağmen onlarla konuşuyorum, nereye gideceğimi ve kaçta döneceğimi anlatıyorum. Meraklanmayacaklarına emin olduktan sonra çıkıyoruz.

Uzun ve duraklamalı bir yoldan sonra Kireçburnu'na varıyoruz. Buradaki midyecide insanoğlunun bulduğu ilk yağ sergileniyor, tam 2200 yıllık ve hiç değişmemiş. Yıldırım Bayezit de bu yağdan yermiş. Hafif iğrenerek yiyorum midyemi, benden önce nice büyük insanların o yağdan yemek yediğini düşünüyorum, bu geleneğin bir parçası olduğum için gurur duyuyorum. Yanında da paradoksal olarak iki Efes Light aıyoruz, hiç kalori almadık, oh. Haydar Aliyev'in hiç zıplamadan smaç basmasına olanak veren 2.4/1 oranındaki heykeline bakarak yemeğimizi yiyoruz, manzarayı seyredip üşüyoruz.

Sonra yol görünüyor, Vala'nın arabasıyla Homer'ı bırakıyoruz, benim eve doğru gelirken Facebook'a bıraktığımız nöbetçiler bizi arıyor, Vala'nın mesaj attığı kızın online görüldüğünü belirtiyorlar. Onun Inbox'ına ulaşmak bir numaralı amacımız oluyor, koşarak merdivenleri çıkıp koşarak nete giriyoruz, ama ellerimiz bomboş, böyle bomboş kalıyor. Hüzün içinde birbirimize sarılıp oracıkta bir büyük rakı deviriyoruz, sonra da Vala hayal kırıklığını fantazi rol yapma oyununda masum kuş ve böcekleri kesmek suretiyle atmak

Hiç yorum yok: