her şey yolunda

her şey yolunda

25 Ağustos 2007 Cumartesi

kutsal doğumgünü haftası

sabah annem odama sessizce girip hediye torbasını bırakırken zıplayarak uyanıyorum, güzel, doğumgünüm iyi başladı. Hemen saldırıyorum hediye tobrama, içinden bir çikolata, bir balık kalem, gömlek için kol düğmeleri ve Corto Maltese'nin Venedik macerasi çıkıyor; tam bir ıssız ada survival paketi.

Anneme bol bol teşekkür ettikten sonra kahvaltimi ediyorum, dün akşamki kutlamadan kalan hediyelerim de var, arkadaslarim bana Star Wars orjinal üçlemenin box setini almışlar, çok başarılı bir hediye, bir süre WoW oynamayı denedikten sonra vazgeçiyorum, kendimi Güç'e adiyorum.

1250. seyredişimde de zevk alıyorum SW izlemekten, Lucas amca yapmış. Sadece yapmakla kalmamış, bütün oyuncak paralarını da 1250 yıllığına cebine atmayı garantilemiş, kendisini öngörüsü yüzünden takdir etmek lazim gerçekten.

filmi bitiremeden annemle yemeğe gitme saatimiz geliyor, hop diye giyiniyorum, yazın böyle bir avantajı var malum; hatta biraz daha ısınırsa hiç giyinmemize gerek kalmayacak, bambaşka bir avantaj olacak. Yavaş yavaş yürüyoruz etraftaki lokantaları koklayarak, sonunda Casita'ya variyoruz. Rejimsel aktivitelerim yüksekte olduğu için feraye yiyorum yavaş yavaş, kaloriyi azaltmaya çalışıyorum, annem de kocaman bir kaşarlı köfte tabağı yiyor, seviyorum dekorasyonuyla kitsch'liğe uzaktan el sallayan Casita'yı ve başarılı yemeklerini.

Oradan çıkınca koşa koşa evime dönüyorum, duş alıp, biraz daha Star Wars izliyip karşı dolmuşlarına atlıyorum, aldığım duş boşa gidiyor zira ön koltukta 15 dakika güneş banyosu alıyorum. Şöfor abiden sırtıma biraz yağ sürmesini istiyorum, beni kırmıyor.

Fener'in maçı olması açıkçası orada saatlerce trafikte kalacağımı ve günün büyük bölümünü dahiyane bir fikirle bir bahçenin içine konmuş olan feneri izleyeceğimi düşündürterek korkutmuştu fakat trafik nispeten hızlı akıyor, çok geç olmadan da Boyner'de bana hediye bakmakta olan Lola'ya kavuşuyorum. Hemen bir hediye beğeniyoruz, kendisiyle nasıl uyuşuyoruz vay be dedirtiyoruz etraftaki herkese, sonra o hediyeyi 2-3 yerde daha soruyoruz, fakat bulamıyoruz, hediyemi almış kadar oluyorum, fiziksel alımı sonraki haftalara bırakıyoruz.

daha acıkmadığımız için Starbucks'ta soğuk bişiyler alıyoruz, ben yine burnumu kıvırarak içiyorum manasız şeker seviyesine sahip yeşil çaylı ice tea'yi. Lola da pespembe rasberry & black currant'lı içeceğini götürüyor, hiç tercüme etmeye çalışmıyoruz.

rejimde olmamın bi kötü yanı, bariz olan yemek yememe dışında, yemek isteğimin de azalmış olması, çok acaip motiveyim 78 kiloya inmeye, 78 olduğumda çılgın şeyler olacak zira, o yüzden de içimden pek bişiy yemek gelmiyor, Lola da seçme konusunda sorumluluk almayan bir insan olduğu için öyle boş boş geziyoruz, sonra geçen seneki gibi Last Stop'a gidiyoruz, fener maçının son 20 dakikasını yakalıyoruz.

Şimdi düşününce geçen seneyi dün gibi hatırlıyorum, ne kadar hızlı geçmiş bu kadar olaylı bir sene. Günler buzullardan aşağı göbek üstü kayan penguenler misali.

Yemekten sonra biraz dolanıyoruz sahilde, eritiyoruz epey yediklerimizi, sonra da Sangria'da birer kokteyl yuvarlıyoruz, kokteylleri kendi zevkime göre fazla ağır ve alkol seviyesi yüksek buluyorum, bol bol karıştırıyorum buzlar erisin diye, fakat aramızdaki soğukluk bir türlü geçmiyor. Ben kokteylimi bitirene kadar da dönüş saati geliyor, bir dolmuşa atliyip Lola'yi vapuruna bindiriyorum, kendisine ne kadar hoş zaman geçirdiğimi söyliyip teşekkür ediyorum, o da "olur öyle" diyor.

Hayir öyle demiyor tabii, o da aynı duygularda olduğunu belirtiyor, ben arkasından keserken de vapuruna doğru yürüyor, ben de dolmuşuma yollanıyorum, ön koltuğu kapatıyorum. Fakat arka taraf 6 kişilik yarı sarhoş tam hayvan altı kişilik bir erkek grubuyla dolunca ön koltuktaki saltanatımı "şey ben öne otursam arkada çantam var sıkışırım" diyen bir kadına bırakıyorum, çekinmeden dalıyorum sürünün arasına, uyuya uyuya dönüyorum evime.

----------------
Now playing: George Thorogood - Bad To The Bone
via FoxyTunes

Hiç yorum yok: